logo
logo
Makale


klasiğin popülaritesi

Klasiğin popülaritesi mi, Popülaritenin Klasiği mi?

   Konu başlığı, içeriğin helezonik, dairesel ve döngüsel yönünü ele alması bakımından anlaşılmasını sağlayacağını umuyorum. Tartışmaya açık bir konu olduğunu kabul ederek ve her türden müziğin tartışmasız güzelliği tartışmaya kapalı olacağından riskli bir analiz yapacağım kanaatimce. Bura da daha iyi bir müzik için yazılan her satır, müziğin ulaşılamaz gibi kutsallaştırılması veya fetişleştirilmesi gibi bir izlenim de verebilir. Bura da bizim amacımız müziğin kitleselleşirken kalitesini de yitirme riskine vurgu yapmaktır. Elbette Popüler olma kişiyi tanınır kılarken, sanatında kitlelerle buluşması anlamına da geliyor. Bu kitleselleşme ne kadar sağlıklı? Kitleleri peşinden sürükleyen starlar, acaba kitleyi asıl amacı olan; yaşamı daha yaşanılır kılmakken eğlence sektörü ile kitleler bir anlamda bağımlı yapılmak mı isteniyor?

       Öğrenci olduğumuz ve henüz yirmili yaşlardayken, sözsüz müziğin her kesime hitap edecek bir seviyeye gelmesini arzuluyorduk. Müziğin salondan çıkıp geniş kitleleri saran ama onlara yön verecek ve ileriye taşıyacak bir işlev görmesini de tartışırken; acaba! Sınıfsal yaşam koşulları bu alanı nasıl koşullandırır diye de kaygılanıyorduk. Sınıf mücadelesinin talepleri ile örtüşen ve bu dinamikleri harekete geçirecek ve yüksek duygu yoğunluğunu geniş kitlelere geçirecek ritim sel ve sözsel söylem, popüler olarak tercih edilendi. Müziğin evveliyatına baktığımızda genelde popülaritenin; neden bu kadar çekici olduğunu anlamamız açısından gösterge olabilir.

       Mozart bestelerini yaptığı sırada belki dinlenebilir mi kaygısı taşımıyordu ama adına popüler denilen, geniş kesimlerin duygularını içine alan sanatsal yönelimin varlığından da haberdardı. 19. YY başlarında, herkesin anlayabileceği ve her kulağa hoş gelen bir müzik anlayışı gelişmeye başlamıştı. Kuşkusuz keyif almayı, şehveti, tat almayı, toplum içinde birlikte eğlenmenin verdiği haz duygularını müzik yolu ile uyandırmak ve geniş kesime hitap etmek ilk başta her müzisyen için kariyerine yönelik bir adım olabilmişti. Peter Wicke, “ Mozart’tan Madonna’ya” adlı yapıtında tamda bu konu kaleme alınmış, hatta Mozart gitti Madonna geldi diye de tanımlamıştı bu durumu. Yani müzik kitleselleşirken kendi orjinenden de uzaklaşmış veya başka bir hale dönüşmüştü. Önceleri her kesimin, her durumun bir müziği vardı. Cenaze, dini, eğlence, saray, meyhane, düğün müzikleri farklı kesimlere hitap eden bir anlayışa sahipti. Sosyal sınıfların yaşamları birbirinden farklı olduğu için müzikleri de birbirinden farklıydı. Popüler müzik her kesime hitap etmeyi amaç edindiğinden, her kesimin ilgisine muhattap olmak için duyguları ve eğlenceyi öncelikli konu edinmişti. Klasik müzik ise batı Avrupa’nın halk müziklerinden türemiş ve kısa sürede belli bir kesimin uğraşı haline gelmişti. Bunu erken dönem klasik müziklerinde görmek mümkündür.

  Dikkat edilirse; Müziğin, eğlence ile melodinin ritim sel uyumuna eşlik etmesi, müziğin gelişmesine çeşitlenmesine ve müziğin Pazar haline gelen ve tüketilen bir nesneye dönüşmesi popülaritenin, Özel bir katkısı olmuştur diyebiliriz. Popülaritesi artarken kitleselleşmiş ve bu oranda kalitesi de düşmüştür. Tabi burada kısaca belirtmek gerekir ki, müziğin saray ve salon izleyicisinden geniş yığınlar ulaşabilmesi de devrimsel bir süreçtir. Popülarite, bir yandan duygularda bir araya gelmeyi hedeflerken geniş yığınlara ulaşmanın imkanını vermiş, aynı zamanda müziğin kulağa hoş gelecek melodilerini ve kulağa hoş gelecek sözcüklerin tercih edilmesi ile tüketilen bir nesneye de dönüşmüştür. Viyana valslerinden, tangoya erotizm ve aşk teması, Kentsel yaşamın bir yansıması; shimmy, black bottom, çarliston danslarına uzanan yelpaze sosyal yaşamın hazzına, modasına ve ritmine göre değiştiğini görebiliyoruz. Telli çalgılarla ritim ve dans, popülarite arayışı adeta piyanoyu hafızalarımızdan silinecek noktaya getirmiş durumda. Müziğin içindeki vazgeçilmez güçler, ruhun yüceliği ve bedenin fiziki gücü ve dolayısıyla kişinin dışardan gelen bütün isteklere dayanıklılık gösterebilmesi açısından çok gereklidir. Bundan dolayı müziğin sihirli bir gücü olduğu söylenir. Bu güç etrafa yaydığı olumlu etkiyle ruhsal dengeyi sağlar. Ormanda huzur veren bir sesizliğe eşlik edecek bir melodi bize haz verecektir. Yine akşam rakı eşliğinde bilinçaltımızda kendimize bile söyleyemeyeceğimiz isteklerimizi ve beklentilerimizi müzik eşliğinde fısıldamak bizi huzura kavuşturmuş gibi geçici bir mutluluk havası oluşturacaktır. Müzik endüstrisi tamda bu güdülere seslenirken albenisini artırmakta ve geniş kitlelere ulaşabilmektedir.

Müziğin insan yaşamında yerini alırken farklılaşması ve ritim sel çeşitlilik kazanılması, hem kültürel hem de kent yaşamındaki makineleşmenin etkilerini, hem de Pazar haline gelen bir endüstri olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Yani kendi doğal, dinamik evrimleşmesinin değil, ihtiyaca göre tasarlanacak bir muhteva kazanması önemli bir olgudur. Bu anlamda klasik olan bir alanı embriyom hali olarak görebiliriz. Sektör içinde; Serpilip kendini geliştirecek bir imkan bulduğunda hedefinde bilinçaltımız olacaktır. Yaşamın diğer enstrümanları gibi müzikte sosyal eko sistem içerisinde insanı ruhsal olarak besleyen bir gıda olarak kabul edersek; müziğin içerisinde ki temaların herhangi birini öne çıkarmak ruhsal bir obezite oluşmasına da neden olabilir. Fazlası bağımlılık olan temaların kıvamı ve akordu besteciye ait olsa da, dinleyici konumda olan bizler sadece tüketici olduğumuzdan bu durumu fark edemeyebiliriz.



izmir sosyoloji derneği

Okunma Sayısı: 40




216.73.216.11






YAZARIN DİĞER YAZILARI